Menu

İnsan değerlidir

16 January 2020 - Adaletin İş Yüzü

Tüm insanlar öncelikle kendilerini değerli hissetmek ister. Değerli hissetmenin olmazsa olmazının, gelir, statü ve gelecek güvencesi sağlayan bir iş olduğu kabul edilmiştir.

Daha doğrusu kapitalizm çalışmayı kutsayarak işe başlamıştır. Kapitalist sistemin akıl hocaları insan etkinlikleri içerisinde en değerlisi çalışmaktır demiştir. Çalışma bir hak ve ödevdir demiştir. Tembellik büyük günah demiştir. Diğer yandan ise aynı kapitalizm herkese eşit fırsatlar sunmadığı için herkes istese de çalışma olanağı bulamaz. Fırsat eşitsizliğinin yarattığı bu durumu, kapitalist sistemin akıl hocaları, işsizliği, işsizlerin kişisel yeteneksizliklerine indirgeyerek, herkesi bu dogmaya inandırarak kolaylıkla aşmışlardır.

Çalışmayı kutsayıp, insanı çalışmaya mahkum eden kapitalist sistem, çalışarak kendini değerli hissetmeyi başaramayanları da unutmamıştır. İnsanın kendini değerli hissetmesinin onun davranışlarını yönlendiren temel etkilerden birisi olduğunu sanırım en iyi bilip, deyim yerindeyse damardan girenlerin başında reklamcılar gelir. Şu marka telefonu kullan kendini özgür hisset, şu marka otomobile bin kendini güçlü hisset, şu marka elbiseyi giy kendini güzel hisset, şu marka kadın pedini kullan kendini güvenli hisset vb. Liste uzar gider. Reklamcılar tüketim toplumunun değer belirleyicileridir.

Bir toplumda kendi gücüyle değer yaratamayan, bir şey üretip ürettiğine kendi damgasını vuramayan insan sayısı ne denli fazlaysa, reklamcıların hedef kitlesi de o denli büyümüş demektir. Reklamcılar bilirler ki ürettiği ile kendisini değerli hissedemeyen insanların kendilerini değerli hissetmelerini sağlayacak en iyi yöntem, onlara durmaksızın tüketecekleri, markayla farklılaştırılmış tüketim nesneleri sunmaktır. Kendini değersiz hisseden insan sayısı ne denli artarsa bu müşteri sayısının o denli artması anlamına gelir. Eğer üretememek genel bir sorun haline gelmiş, ortada ne iş olursa yaparım diyenler cirit atıyor, üretmeden zengin olmak sıradanlaşmış, köşeyi dönmek için döndürülen dolaplardaki cüret, zeka inceliği dudakları uçuklatıyorsa, artık tek değer tüketmek, olabildiğince çok tüketmek olmuş demektir.

Şimdi etrafımıza dönüp bir bakalım. Değer yaratmanın anlamını yitirdiği, insanların bindikleri arabaya, oturdukları eve, giydikleri elbisenin markasına göre kendine toplumda yer bulabildiği bir sistemde, tüketerek kendini değerli hissedecek kadar geliri olmayan milyonlarca insan, bu insanların delikanlılık çağındaki çocukları kendilerini nasıl değerli hissedeceklerdir?

Üniversite sınavlarına girecek milyonlarca genç, daha lise sıralarında okuduğu okuldaki eğitim kalitesinin düşüklüğü, sınıfların kalabalıklığı ve dershaneye gidecek parası olmadığı için kendisini yarıştan kopartmış, sırf laf olsun diye okula gidip geliyor; cebinde bilmem ne marka cep telefonu alacak, bilmem ne marka spor ayakkabısı alacak parası da yoksa hangi yeteneği ile kendisinin adam yerine konulmasını sağlayacaktır?

Fırsat eşitsizliğinin, yoksulluğun, kurbanı olan kimi gençler bunun nedeni olarak kendisine olanaklar yaratamayan ailesini görüp onunla çatışır. İlk isyanı anne ya da babaya yöneltir. İnsanın değersizleştirilmesinin toplumsal bir sorun olduğunu göremez, görmesi engellenir. Bu gençlerden bir kısmı genellikle en kimsesiz olanları kendilerinde var olan en güzel, en yaratıcı şeyi, gençliklerini, gençliğin vermiş olduğu ataklığı ve gözü pekliği ortaya koymak zorunda kalırlar. Gençliğin gücünü birilerine karşı şiddet uygulamaya dönüştürerek dokunulmazlıklar elde etmeye çalışırlar. Hele de bu şiddetin müşterisi olmaya hazır, politik bir içerikle donatılmış ağabeyler de kapıda bekliyorsa taşlar yerine oturur. Üretemeyen, kendi sosyal kimliğinin gereklerini yerine getiremeyen, gelecekten umudunu kesmiş, bu  gençler kendilerini  kim adam yerine koyuyorsa onun değerler sistemini benimsemeye yöneleceklerdir.

Hastalandığında hastane kuyruklarında sürünen, günün yirmi dört saatini ya işimi kaybedersem diye korkarak geçiren, bir iş için işten atılan arkadaşına sırtını dönmek zorunda kalan, emekli olduğunda aldığı ücret ile geçinmesi mucizelere bağlı olan işçi nasıl kendini değerli hissedebilir?

İşçinin önüne ise iki seçenek bırakılır. Birincisi bu dünyada göremediği değeri öbür dünyada görebilmek için, bu dünyada yapamadığı yatırımları öbür dünyaya yapması için yönlendirmek, ikincisi ise bir öteki yaratılarak başına gelenlerin tamamının ötekinden kaynaklandığına inanmasını sağlamaktır. Düzen için bir tehlike gibi görünmeyen birinci seçenek, dinin siyasallaşması, dini referans alan siyasi partilerin iktidara doğru yürümesi üzerine bir ürküntü yaratmaya başlar. Bu kez  ikinci seçenek vurgulanmaya, öteki kavramı ön plana çıkartılmaya çalışılır.

İnsan, insan olduğu için değerlidir. İnsanın kendisini gerçekleştirmesinin önü tıkandığı, insanın kendini gerçekleştirmesine izin verilmediği için insan insanlığına yabancılaşıp, başkalarını değersizleştirme üzerinden gerçekte kendini değersizleştirir.

Sosyalizm korkusuyla kapitalizmin kendisine çeki düzen vermek zorunda hissettiği, sadece 40-50 yıl süren adına “refah devleti” denilen dönemde insanlar, sömürünün sürmesine rağmen yine de kendini değerli görebilmişti. Sosyal refah devleti denilen parantez döneminde insanın değersizleşmesi sonucunu doğuran eğitimsizlik, işsizlik, sağlıklı barınma olanaklarının olmaması, hastalık, sakatlık gibi toplumsal risklerin kaynağında sistemin işleyişinin bulunduğu kabul edilerek, sosyal güvenlik sistemleri aracılığı ile bu risklerden insanlar korunmaya çalışılmıştı. Kapitalizm kendisini sosyal refah devleti aracılığı ile korumaya almış, kapitalizm koşullarında sınırlı güvence dahi insanları mutlu etmeye yetmişti.

Sosyalizmin rekabeti, örgütlü işçi sınıfının radikalleşme potansiyelinden doğan korkunun etkisiyle varlığını sürdürmek için sosyal güvenliğe gereksinim duyan sermaye, bugün sosyal güvenlik sistemlerini, daha fazla kâr etmelerinin önünde bir engel olarak görmeye başladı.

Peki bir gün kendini değersiz hisseden milyonlarca insan, kendilerini değersiz hissetmelerinin gerçek nedenini görmeye başlarlarsa ne olacaktır? Keşke ömrümüz olsa, o günleri görebilsek de ne olduğunu birlikte değerlendirsek.

24 Temmuz 2019, Adaletin İş Yüzü, Evrensel Gazetesi

Sosyal Medya'da Paylaş!
Share on FacebookShare on Google+Tweet about this on TwitterEmail this to someone

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

You may use these HTML tags and attributes: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>